Denenmemişliğin ardına bakmaca, düşünülmeyenin peşinden koşmaca !...
Arayış yollarında ruhunu kaybedip, sisler ülkesinde kaybolanı aramaca !...

Ehli Araf - 3. boyut

Şimdi anlatacaklarım herkesin pek hoşuna gitmeyecektir ama kimsenin hoşuna gitmeyecek diyede mevzuyu yumuşatmak bu olayı gerçeğinden uzaklaştırır ki bununda kimseye bir faydası dokunmayacaktır.

İnsanlar 2 boyutlu bir düşünceye sahiptirler, bu doğdukları andan itibaren gelişen bir yapıdır ve doğumdan itibaren, aile, çevre ve genetik gibi özellikler insana 1. boyutu katar, sonra buna yazılar, kitaplar, sohbetler veya eğitim gibi şeylerde eklendikçe düşünce 2. boyuta çıkar.
Bununda burada sanal bir yapı olduğu insan(lar)ın kendi eliyle oluşturduğunu "Ortak Hayal" olduğunu bahsetmiştim.
Dolayısıyla bu dünyanın insanları ne tür bir düşünce üretirlerse üretsinler, bu anca 2. boyut çerçevesinde olur ki 2. boyutun dışına çıkamazlar.

Bu noktada özellikle din adamlarıda 2 boyutlu düşündükleri ve inandıkları ve böylede insanları etiketledikleri için, onlara göre insanlar ya Cennetlik ya da Cehennemliktirler, bunun bir arasıysa yoktur.
Dolayısıyla 2 boyutlu bir düşüncede ki Tanrı da 2 boyutlu bir Tanrıdır, anca Cennet yada Cehennem yaratmaya gücü yetmiştir vs.
Buna aslında Tanrının insanlaştırlması yani insan gibi düşünmesi denir ki bu Tanrı'yı insandan da aşağı bir konuma iter, çünkü insan aslında 3 boyutludur, görmesi, duyması, vb. duyuları 3 boyutlu çalışır, ama düşünce olarak 2. boyuttan öte geçememiştir.

Şimdi gelelim kuranda geçen "Ehli Araf" denilen olaya, yani 3. boyut insanlarına, başka değişlede ortanın insanlarına.

Araf = Arifler demektir, Türkçede Arife tarif yok derken, bu Bilene tarif yok demektir, yani arif = bilen demektir.
(Görünen o ki bu kavramın oluşturduğu anlam başka dinlerde var, çokta şaşırmadım; ara bölge, bekleme odası, arada kalanlar, günahı sevabı eşit olanlar vs. vs.)

Kuran da bu insanlar anlatılırken her iki tarafın insanlarını simalarından tanırlar diyor, tabi bu tanıma öyle basit bir tanıma değildir.
Örn. cennetliklerin böyle bir özelliğininden hiç bahsedilmez mesela.
Çünkü yoktur, cennete girecek olanlar "inananlardır", inanç veya iman sahipleri böyle bir tanıma özelliğine sahip olamazlar, yani insanları iyi mi kötü mü, cennetlik mi cehennemlik mi tanıyamazlar.
Kendilerinden bile emin değillerdir ki bir başkasını nereden bileceklerdir.
Zaten onlara gıybet etmemeleri, zanda bulanmamaları, hatta bilmediği bilginin ardından koşmamaları filan yasaklanmıştır ki iman sahibi olmak böyle birşeydir.

Bu anlamda cehennemde olmak bir ceza iken, cennette olmakta başka bir cezadır aslında, zira cennette bir bakımevi, huzurevi gibi bir yerden başka bir yer değildir sonuçta.

İnanmak mı? Bilmek mi?
Bu sorunun cevabını sanırım sormaya bile gerek yoktur, "bilmek" her halükarda "inanmaktan" üstündür, üst bir seviyedir.
Bu Araf meselesinde ki bilmek "İnkardan" da üstündür, üst bir seviyedir.
Tek başına İman da İnkar da zaten eksiktir, tam değildir, zira İman var'lık, İnkar da yok'luk kavramlarından beslenirler ki her ikiside bu hayatta "olan" ın parçalarıdır ve yok edilemezler.
Dolayısıyla bilmek 'ten kasıt her ikisinide tam bilmektir ki Araf ehli işte bu anlamda her ikisini de bildiği içindir ki her iki tarafın insanlarını tanırlar.

Başka bir değişle Araf ehli ne varlık nede yokluk savunucusu değildir, bilir ki varlıkta yoklukta duruma göre değişken kavramlar olup, şuan var olan bir zaman sonra yok olabilir, veya şuan yok olan bir zaman sonra var olabilir.
O yüzden bilenler varlık ve yokluğun tamda ikisinin ortasında dururlar, bu yüzden bunlara "arada kalmış" diyenler aslında haksızda sayılmazlar.
Ama tabii o arada kalma sebepleri hayallerine dahi gelmeyen, düşünemeyecekleri kadar ileri bir sebep yüzündendir.

--

"Bilmek = Yaşamak" demektir, buda kişinin kendisini bilmesi demektir ki bu anlamda "Bilmek" denilen şey zaten okuyarak elde edilecek bir bilgi türü değildir, okuma anca 2. boyuta kadar getiren bir yoldur, ötesi yoktur.
Zıt'ları iyi anlamak, meseleyi 3 boyutlu olarak düşünmek, düşünmeye çalışmakta zor olmasa gerektir.

Toparlayacak olursak İman ve İnkar 'ın tam ortası "Kararsızlık" alanıdır, doğruyu veya huzuru arayan insanoğluda bu alana yanlışlıkla girse bile pek fazla duramaz, girdiği gibi çıkar, çıkmaya çalışır, zira insanoğlu "cevap" aramak üzere programlanmıştır, kararsızlıksa bu noktada bir cevap değildir, o yüzden iki yoldan birine girerler ve ileri giderler, veya iki yol arasında gidip gelirler.

Kararsızlık ise "Sessizlik" "Yanlızlık" "Cevapsızlık" "Duygusuzluk" "Tarafsızlık" "Vasıfsızlık" "Düşüncesizlik" "Hayalsizlik" "Etiketsizlik" gibi ne kadar nötr hal varsa içinde barındırır ki bununla baş edenlere Ehli Araf diyebiliriz veya 3. boyut insanları veyahut hiç kimsedirde diyebiliriz.

Karar sizin veya kararsızlık. :)
Hiç bir şeyin olmadığı hiç’likte ki her şeyin adına.
Burada yazanları unut gitsin, bak hayatın tadına.
Hiç’liğe kaçarak ulaşılmaz, durman gerekecektir.
O seni kuşatmıştır, girmediysen ben’lik kanadına.
İsimler sıfatlar sonu yok, sana lazımda değil.
Yok’luktur sana lazım olan, bir başkası değil.
Don biçme sakın ona, yok’luk bir varlık değil.
Tanrı bile hâya eder, melekler de giresi değil.
Her şeyin sonudur orası, tıpkı başladığın nokta gibi.
Aslına rücu ederken, daire sonunun başı olması gibi.
Yok’luğa adadığın en büyük kurban tüm var’lığındır.
Hiç’ten gelen hiç’e gider, hiçbir zaman olmamış gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ruhun tekamülü bedenleşme,
Bedenin tekamülü de doğalaşmadır!


Copyright 2008 - 2024 🇹🇷 @Felasife | Site haritası

Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!

Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı